English translation

NEDEN HRİSTİYAN OLDUM

Bir yaz sabahı idi. Her zamanki gibi evde kahvaltı ettikten sonra gazeteye gittim. Gazetede günlük işlerimi yaparken yazı işleri müdürü beni yanına çağırdı. Yine değişik bir iş çıktı düşüncesiyle yazı işleri müdürünün yanına gittim.

Ailemin beş çocuğundan ikincisiydim. Babam Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdikten ve bir süre hafızlık yaptıktan sonra politikaya atıldı. Uzun süre sendika yöneticiliğinde de bulunmuştu. Ailem her muhafazakar aile gibi çocuklarının gerek normal eğitimi ve gerekse dini eğitimiyle yakından ilgilenmişti.

Ülkenin önde gelen gazetelerinden birisinin özel haber servisinde çalışıyordum. Değişik okullarda okumam ve yaptığım araştırmalardan dolayı gazete yönetimi benim bu serviste daha başarılı olacağımı düşünmüştü.

Gazetenin Yazı İşleri Müdürü genç, dinamik, düşüncelerinden kesinlikle taviz vermeyen, gazetesinin tirajını her gün artırmak için elinden geleni yapan milliyetçi bir gazeteciydi.

Yazı İşleri Müdürü bana "biliyorsun son günlerde yurt dışındaki diplomatlarımıza Ermeni terör örgütü ASALA militanları tarafından saldırılar oluyor. Aldığımız duyumlara göre bu terör örgütü Türkiye'deki Ermeni kiliseleri tarafından finanse ediliyormuş. Kiliselere git, kendini Ermeni olarak tanıt ve araştır bakalım" dedi.

Yazı işleri müdürünün yanından ayrıldıktan bir süre sonra gazeteden de ayrılarak üzerimi değiştirmek için eve gittim. Bir taraftan da plan yapmaktaydım. Nasıl ve nereden başlasam diye. Bu arada dışarıdan yüzeysel olarak araştırmaya başladım. Öncelikle kiliselerde Kitabı Mukaddes diye adlandırılan Tevrat, Zebur ve İncil'den oluşan kitabı satın alarak okudum. Çocukluğumdan iyi bir din eğitimi aldığımdan ve Kuran'ı bildiğimden dolayı fazla yabancılık çekmedim ve kısa zamanda okuyarak bitirdim.

İstanbul'daki kiliseleri gezmeye başladım. Kendimi onlara Ermeni bir ailenin çocuğu ve pazarlamacı olarak tanıttım. Kısa zamanda kilise cemaatleri ile içli dışlı olmuştum. Bu arada kapalı çarşı esnafı ile de ilişki kuruyordum. Fakat araştırmam ne kadar derinleşirse derinleşsin bunların terör örgütü ile hiç bir bağlantısını bulamıyordum.

Aradan bir ay geçmişti. Gazeteye giderek her şeyi yazı işleri müdürüne anlattım. Yazı işleri müdürü; "Tabii gidip aylak, aylak dolaşıp durdun. Bana hikaye anlatma! Benim ishitbaratlarım yanlış olamaz. Tekrar git, haberi yaz ve getir." Çaresizlik içerisinde müdürün yanından ayrılarak yeniden kiliseleri araştırmaya başladım.

Kiliseye gelenlerle daha sıkı bir ilişki kurmaya çalışıyordum. Tabii bu arada gittiğim kilisenin rahibi benim kiliseye sürekli gelmeye başladığımı görünce bana; "bizim her hafta cumartesi günleri toplanan Neo-Katekümen isimli özel bir topluluğumuz var. İstersen sende katılabilirsin. Bu toplantılara isteyen herkes katılamaz. Sadece hristiyanlar içindir. Amaç onların inançlı birer hristiyan olarak yetişmeleri ve kilise tarafından bilgilendirilmeleridir" dedi. İçimden büyük bir sevinçle işte şimdi gizli toplantılara katılmaya başlıyorum diye düşünerek hemen kabul ettim. Rahip'ten toplantı yerini ve saatini öğrendikten sonra oradan ayrıldım.

Hafta sonuna kadar bir taraftan araştırmamı sürdürürken bir taraftan da o toplantı için uyduracağım senaryoları düşündüm. Derken cumartesi gelip çattı. Toplantılar her cumartesi 17.00'da kilisenin alt katında yapılmaktaydı. Büyük bir heyecanla toplantıya katıldım. Rahip toplantının başında beni topluluğa tanıttı. Toplantı sırasında insanlar benim için İsa'ya dua ediyorlardı ki, İsa kitabını ve sözünü bana kendisinin daha iyi açıklayabilmesi için fırsatım olsun.

Tabii onlar, böyle dua ederken içimden gülüyor, diğer bir taraftan da onlarla alay ediyordum. Çünkü ben Tevrat, Zebur ve İncil'in aslının bozulduğunu ve İsa'nın çarmıhta ölmediğini biliyordum. Çünkü Kuranda da aynen o şekilde yazıyordu. "Aptallar" diye düşünüyordum. Çünkü ben gerçeği biliyordum. Bu kitapların aslı bozulmuştu. Onlar haşa Allah'a şirk koşuyorlardı. Allah birdir, doğmamış ve doğurmamıştır. Böyle düşünürken dua toplantısı bitti. Herkes gitmeye başlarken bana, "Senin için evde de dua edeceğiz. Aramıza katıldığın için çok mutluyuz." dediler. Toplantıda tanıştığım insanların bir kısmı önceden müslümandı ve sonradan hristiyanlığı seçmişti. Yani dinlerini değiştirmişlerdi. İşin ilginç yanı rahip bana bu toplantının sadece hristiyanlar için olduğunu söylemişti ve müslüman asıllı kimseler de vardı. Onları hain olarak görüyordum. Bana göre sapmışlar ve beyinleri yıkanmıştı. Ama nasıl? Bu sorunun cevabını ben bulacaktım.

Herkes gibi bende evime gitmek üzere oradan ayrıldım. Eve döndüğüm zaman yazı işleri müdürünün beni arayıp not bıraktığını öğrendim. Sıkışmıştım. Çünkü bu olayı araştırmaya başlayalı hemen hemen üç ay olmuştu ve ben hala hiç bir olumsuzluk bulamamıştım. Oturup şimdiye kadar konuştuğum, kendisinden tatmin olmadığım kişiler, dinlerini değiştirenler, şüphelendiklerim hakkında ve katıldığım toplantıdaki kişileri içeren, yazı işleri müdürünün istediği şekilde bir haber hazırladım. Ertesi gün pazar toplantısına da katılarak yazıma son şekli verdim. Pazartesi sabah doğru gazeteye, müdürün yanına gittim. Yazı İşleri Müdürü beni görünce, kızarak bağırmaya başladı ve "sakın yine bir şey bulamadım diye bana masal anlatma" dedi. Hazırladığım yazıyı çekinerek müdüre uzattım. Müdür bey büyük bir iştahla yazıyı bir çırpıda okudu. Bana, "böyle yazılara devam edeceksin. Her hafta senden böyle bir haber istiyorum. Şimdi muhasebeye git ve primini al, hadi bakiim koçum" dedi. Sevinmiş, mutlu olmuştum, hemen muhasebeye giderek paramı aldım. Üzerimden büyük bir yük alınmışcasına rahatlıkla gazeteden ayrıldım.

Bu konuyu araştırmaya başladığımdan beri her-şeyden kendimi soyutlamıştım. Arkadaşlarım beni aramışlar, not bırakmışlar ve ben onları arayamamıştım. Yakın arkadaşlarımdan biri reenkarnasyon'a inanmaya başlamıştı. Hatta bu konu ile ilgili olarak yeniden bedenlenme konusunda bu arkadaşımın yardımıyla bir yazı dizisi hazırlamıştım. Önceleri bana oldukça ilginç gelmişti. Fakat Kuran'a ters gelen yönleri olduğu için üzerinde fazla durmuyordum. Bazen bununla ilgili kitaplar okuyordum. Bu arkadaşıma çok ayıp ettiğimi düşüyordum. Onu telefonla arayarak akşam birlikte yemek yemeyi önerdim, o da "Hayırsız yine kimlerin canını yakmakla meşgulsun. Akşam bol bol sohbet ederiz" diyerek takıldı. O gece onunla buluşup, bir yerde yemek yedik, derin bir sohbete daldık. Tabii onun reenkarnasyon konusuna da girdik. Bana sürekli reenkarnasyonun gerçekliğini anlatmaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar konuştuktan sonra eve gitmek üzere ayrıldık. Bu sohbet çok iyi olmuştu. Çünkü uzun zamandır buna ihtiyacım vardı.

Sabah her zamanki gibi hristiyan işyeri sahiplerini gezmekle güne başladım. Geçiyordum uğradım diyerek. Onlar normal yaşamlarını sürdürüyorlardı. Ben ise, "acaba ben otururken birisi ile birşey konuşurlarda duyar mıyım?" diyerek sürekli kuşku ile bekliyordum. Derken bir iki gün sonra gazetenin manşetinden haber yayınlandı. "Papaz Çengeli" isimli bu yazıda dinlerini değiştiren müslüman kişilerden bahsediliyor ve hatta bunların örgütlerle de ilişkileri olabileceği yazıyordu.. Yazıda cumartesi günkü özel toplantıya katılanların bir kısmının da ismi geçiyordu. Bu haber hristiyan çevrelerde şok etkisi yapmıştı ve onlar üzülmüşlerdi. Her gittiğim kilisede haberin konuşulduğunu duyunca içimdem seviniyordum. Fakat görünüşte üzülmek zorundaydım ki benden şüphelenmesinler.

Derken Cumartesi gelip çattı ve bende her zamanki gibi hazırlanarak toplantıya katıldım. Toplantıda büyük bir üzüntü havası esiyordu. Toplantının başlaması ile rahip kürsüye çıktı, yayınlanan haberle ilgili konuşmaya başladı.

Çevredeki insanların kilise ve kiliseye gelenlerle ilgili olarak bakış açılarının değiştiğini söyledi. Yanlış anlamaların olduğunu dile getirdi. Bu yanlış anlamaların İsa inanlılarını zor duruma düşürdüğünü belirtti. Konuşmanın sonunda rahip, "hadi yanlış anlamalar için kardeşlerimiz ve aileleri için dua edelim" dedi ve dua etmeye başladık. Hemen herkes bu yanlış anlamalar için dua ediyordu. Bende bir ara yüksek sesle dua ettim. "Rab lütfen yanlış anlaşılan kardeşlerimize sen yardımcı ol. Onlara sabır ve takat ver. Gerçeği insanların yüreğine sen açıkla" diye. Dua etmek zorundaydım, çünkü benden kimsenin şüphelenmemesi gerekiyordu. Böylece bende göstermelik olarak üzülürken içimdem de seviniyordum "oh olsun, iyi oldu. Beter olsunlar. Hak dini İslam'ı bırakıp da batıl olan hristiyanlığı seçersiniz ha!" diye kendi kendime söyleniyordum. Ertesi gün pazar ibadetine katıldıktan sonra eve giderek ikinci yazımı hazırlayıp, gazeteye ulaştırmıştım.

Artık iş çığırından çıkmış. Ermeni militanlarla başlayan konu, şimdi gizli din toplantılarına doğru kaymaktaydı. Tabii bu insanlarda gizliden gizliye örgüte destek oluyor olabilirlerdi. Şimdi bana bu konular için can alıcı bir fotoğraf lazımdı ki, yazı tam olsun. Hafta içinde bir foto muhabiri ayarladım. Foto muhabirine toplantı yerini ve saatini verdim. Fotoğrafçı toplantının tam ortasında, gizlice toplantı yerine gelerek resim çekecekti. Ona planımı bir kaç kez anlattım. "Fotoğraf makineni gizleyeceksin, şu saatte şuradan içeri girerek gizlice bir iki poz resim çeksen bana yeter" dedim.

Plan tamamdı artık. Cumartesi günü her zamanki gibi tam zamanında toplantıya katıldım. Geçen hafta yayınlanan haberden dolayı çevrelerinde yanlış anlaşılan kişiler çevrelerinin psikolojik baskılarından yeni yeni kurtuluyorlardı. Ama bu kez, bu haberde ismi geçen diğerleri psikolojik toplum baskısına maruz kalmışlardı.

Toplantıya katılanlar, şüpheli şüpheli konuşuyorlardı. Onlar, "bize yasa dışı ermeni örgütü Asala ile ilgili çeşitli sorular soruyorlar. Ayrıca niçin böyle özel ve gizli bir toplantıya katıldığımıza benzer sorular sorup duruyorlar. Verdiğimiz cevaplara inanmadıkları için bize kötü kötü bakıp, küfrediyorlar. Acaba kim buradaki toplantı hakkında gazeteye bilgi verdi? Çünkü o haberden dolayı insanlar bize şüpheli şüpheli bakıyorlar."

Ben hemen, benden şüphelenmesinler diye yazı yazan gazeteci hakkında küfür etmeye başladım. Diğerleri hemen beni susturdular. "Sus sakın küfür etme. Unutma İsa'ya bile kendi öğrencisi Yahuda İskariyot aynı şeyi yaptı. Bizim bu durumumuzdan dolayı Rab'be hamd etmeliyiz. Çünkü İsa diyor ki; 'Bana olan bağlılığınızdan ötürü insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size! Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür.' " İsa'nın bu sözünü bilmiyor musun dediler.

Ben, "Tabii ki biliyorum, fakat bu ikiyüzlülüktür. Yalan yanlış şeyler yüzünden baskı altında kaldınız, bu yüzden küfrediyorum" dedim. Bana, "kardeş küfür etme Rab gerçeği biliyor ve onların yüreğine de açıklayacaktır" dediler. İyi rol yapıyordum. Tam toplantının ortasında bir flaş sesi ile dikkatler dağıldı. Uzaktan birisi fotoğraf makinesi ile resim çekiyordu. Hey! Dur! demeye kalmadan resim çeken kişi fırlayarak kaçtı. Tabii peşinden bazıları koştu ise de yetişemediler. Yeniden toplanarak dua etmeye başladık. Dua kısa sürdü ve hepimiz ayrılarak evlere dağıldık.

Bu fotoğraf çekme olayı benim için çok iyi olmuştu. Artık benden şüphelenemezlerdi. Çünkü resim çekildiği zaman bende toplantıda diğerleri ile birlikte idim. Her şey çok iyi gidiyordu. Fakat bu insanların tutumu beni düşündürmeye başlamıştı. Hem sana kötülük edecekler, hemde sevineceksin. Bana tamamı ile saçma gelmişti. Zaten bu insanlar aptal idiler, çünkü değiştirilmiş bir kitabı okuyup ona inanıyorlar, kısacası sapmışlardı.

O haftaki yazımı bitirip pazartesi sabah gazeteye gittim. Hemen foto muhabirini bularak tebrik ettim. Çünkü bana göre çok büyük bir iş başarmıştı ve bende istediğimi elde etmiştim. Foto muhabiri "abi beni yakalayacaklar diye çok korktum" dedi. Çekilen resimlerin içerisinde benim bulunduğum kareleri seçerek ayırdım.

Oradan doğru yazı işleri müdürünün yanına gittim, yaptığım araştırma ve gittiğim kiliseler hakkında konuştuk. Yazı İşleri Müdürüne "bunlar aptal insanlar, değiştirilmiş bir kitaba inanıyorlar. İsa ölmediği halde öldü diyorlar. Halbuki Kuran gerçeği tam olarak ve açıkça söylüyor, kitaplarının aslı bozuldu ve kendileri değiştirdiler. İsa ise hiç ölmedi, göğe alındı. Aralarında İslamiyeti bırakıp Hristiyanlığı seçen soysuzlar var" dedim. Yazı İşleri Müdürü babamın ilahiyatçı olduğunu ve küçük yaştan itibaren iyi bir Kuran eğitimi aldığımı bildiği için, benim düşüncelerime katılarak birlikte gülüşüp durduk.

Gazeteden ayrıldıktan sonra biraz dolaşmaya başladım. Fakat müdür ile konuştuklarım sürekli beynimi kemirip duruyordu:

Bunların doğru olduğunun Kuranda yazdığını ve tüm İslam alemininde bu düşüncede olduğunu biliyordum. Fakat beni düşündüren, bunların Kuranda açıkca yazdığını söylemiş olmam idi. Çünkü o güne kadar bir çok kez Kuran'ı okumuştum. Hatta Kuran ve İslam hakkında özel eğitim almıştım. Hepsinden önemlisi babam Yüksek İslam Enstitüsü mezunu idi. O da aynı şeyleri söylüyordu. Acaba Tevrat ve İncil'in aslının bozulduğu Kuran'ın hangi ayetinde açıkca yazıyordu. Sürekli bunu düşünüyor, fakat bir türlü hatırlayamıyordum. Böyle saatlerce yürüyüp durdum. Bu soru içimi, yiyip kemiriyordu. Nasıl olurdu da hatırlayamazdım. Üstelik Kuran eğitimi almıştım. Bu çok zoruma gidiyordu. Oysa ki bilgilerimden çok emindim. Bu kitapların aslı bozulmuştu. Yoldan kaç tane müslüman çevirsem, hepsi aynı şeyi söyleyecekti. Gece yarısına kadar düşünceli düşünceli dolaştıktan sonra eve gittim. Bir şeyler atıştırdıktan sonra odama çekilip, kitapları karıştırmaya başladım.

Kitapları karıştırırken Kuran'a korkudan bakamıyordum. Sadece İslami kitapları inceliyordum ki düşüncemin doğru olduğu konusunda tatmin olayım.

Kitaplardaki bilgilerden emin olduktan sonra Kuran'ı açıp Türkçe mealini okumaya başladım. Hayret daha önceden kaç kere okumuştum. Fakat sanki şimdi bir şey olmuş ve yazılanlar değişmişti. Çünkü şöyle yazıyordu:

Bu ayetlerde Kuran, Tevrat ve İncil'in sağlamlığına ve onun kurtuluş olduğunu gösteriyordu. İsa peygamberin Tevrat'ı doğruladığını ve içinde nur ve doğru yol bulunan İncil'in de önceki Kutsal Kitapları doğrulayıcı olarak geldiğini söylüyordu. Kuran yine Muhammed'in Kutsal Kitap'ı doğrulamak ve korumakla görevlendirilmişti.

Kuran, Hristiyanları kitaplarına uymalarını söylüyor. Uymayanları ise günahkar sayıyordu.

Kuran açıkca, Tevrat ve İncil sahiplerine kitaplarına uymalarını istiyor ve diğer taraftan bu kitapların sağlam olduğunu söylüyordu. Ayrıca Kuran tüm iman edenlere Kuran'a ve önceden indirilmiş Kitaplara daha doğrusu Tevrat ve İncil'e de inanmalarını emrediyordu. Burada Tevrat ve İncil'in Müslümanlara açıkca bir çağrısı var.

Okuduklarım karşısında hayrete düşmüştüm. Hemen evde ne kadar farklı yazarın Kuran meali varsa onlara baktım. Fakat ayetler aynı idi. Bu işte bir yanlışlık vardır. Kuran, İslam aleminde yaygın olan Tevrat ve İncil'in aslının bozulduğu düşüncesinin tam tersine bozulamayacağını söylüyordu. İslam alemi doğru söylüyorsa ki, tüm islami yazarlar hatta eğitim bu yönde veriliyordu, o zaman Kuran yanlış söylüyor. Haşa o da mümkün olamayacağına göre bu düşünce nereden ortaya çıkıyordu? Allah, "benim sözlerimi kimse değiştiremez" diyor ama insanlar, hayır değişti diyor. Bu mümkün olamazdı. Ama Kuran'ın bir çok ayeti bu kitapların sağlam olduğunu ve Allah tarafından korunduğunu söylerken bazı ayetlerde de yine bu kitapların tahrif edildiği söyleniyordu. Burada apaçık bir çelişki vardı. Hem değiştirildi, hem de değiştirilemez ayetleri mevcuttu. Allah'ın haşa çelişkiye düşmesi mümkün olamazdı.

Örneğin,

gibi ayetler göze çarpıyordu.

Yahudilerin bir takım söz oyunları yaptıklarından bahsediyordu. Bunu müslümanlığa karşı yani son zamanlarda yaptıklarını söylüyordu. Ama "İncil değiştirildi, Tevrat değiştirildi" bunun için Kuran geldi gibi bir tek ifadeye bile rastlamıyordum.

Birbirine zıt ayetler insanı gerçekten bir çıkmazın içine sürüklüyordu. Hangisine inanmam gerekiyordu? Değiştiğine mi, yoksa değiştirilemiyeceğine mi?

Bu konudaki ayetlerden sonra aklıma gelen ikinci soru acaba, "Kuran, Tevrat ve İncil'in hükmünü ortadan kaldırmış mı idi?" Bu konuda yine Kuran'ı karıştırmaya başladım ve:

Bu ayetleri okuduktan sonra Kuran'ın kendisinden önce gelen Tevrat ve İncil'in hükmünü ortadan kaldırmadığını gördüm. İncil'e göz gezdirmeye başladım:

O halde neden, bu konuda değişik şeyler konuşulup ve yazılıp duruyordu? Bu arada saat oldukça ilerlemiş neredeyse sabah olmak üzere idi. Biraz uyuyup bazı kişilerle bu ayetler hakkında konuşayım diyerek yattım. Öğleye doğru uyandım. Kahvaltıdan sonra Kuran ve mealleri yanıma alarak evden ayrıldım. Doğru İslami kitaplar yayınlayan yayınevlerinin yolunu tuttum. Oradan günümüz İslam tefsircilerinden bir kaçının adresini aldım. Onlarla temasa geçmeye çalıştım. Kuran tefsircilerinden birisi ile o gün, diğeri ile de ertesi gün görüşmek üzere randevu aldım.

Tefsir yapan kişiye konuyu aktardım. Tefsircilerden biri bu ayetleri doğruladı ve fakat yahudi ve hristiyanların kendi kitaplarını tahrif ettiklerini söyledi. Fakat diğeri düşünceleriyle de benim kafamı daha da karıştırmıştı. Bu ayetlere rağmen hem kitapların tahrif edildiğini hemde edilmediğini söylerken, çeşitli Kuran tefsircilerinden örnekler veriyordu. Tatmin olmamıştım.

Yukarıda Tevrat ve İncil'in sağlamlığını gösteren ayetlerin yanısıra bu kitapların değiştirildiğini gösteren ayetler şöyle sıralanıyordu;

Kafam tamamiyle bu sorularla meşguldu. Düşüncelerime çözüm bulamazsam sıkıntıdan patlayacağımı düşünüyordum. Kuran'ın bir ayetinde bu kitaplar tahrif edilmediği söylenirken diğer ayetinde yanlış okumaların yapıldığı söyleniyordu..

Bu ayetlere göre bazı ayetler Allah tarafından yürürlüğe konulurken, bazıları da kaldırılıyor. Bakara süresine göre Allah biz yapıyoruz diyor.

Ana kitap Allah'ın yanında bulunduğu için istediği gibi değişiklik yapıyor. Allah bir ayeti bazen yerinde bırakıyor, bazende silip atıyordu. Allah hem yazar, hem de yazdığını bozar şeklinde kendini tanıtıyordu. Fakat bu ayetlere rağmen Kaf süresi, 29. ayette, "Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim" diyordu. Söylediğinin tam tersini ortaya koyuyordu. O halde bu ayetlerden hangisi doğru? Söz Allah tarafından değişikliğe uğrar mı, diye sormaya başladım.

Dinimiz İslam tüm dünyaya hoşgörü dini olarak tanıtılıyordu. Çünkü Kafirun 6'da, "Sizin dininiz size, benim dinim bana." ifadesi yer alıyordu.

İslam'da zorlama yoktu ve tüm İslam aleminde proproganda haline gelen, 'bizim dinimiz hoşgörü dinidir' sloganı ve yukarıdaki ayetler ifade olunuyordu, ancak;

sözleri yine beni zorluyordu. Yukarıdaki ayetlerden sonra nasıl olurdu da hoşgörüden söz ediyoruz? Bizim inancımızdan olmayan insanlara nasıl 'sizin dininiz size, benim dinim bana' diyebiliriz?

Çelişkiler yumağı araştırmam ilerledikçe büyüyordu. Nereye baksam, herhangi bir konuda Allah'ın iki ayrı, yani olumlu ve olumsuz görüşü vardı. Eğer Allah önceki verdiği sözünün hükmünü kaldırıp, yerine yenisini verdi ise, Kuran hem hükmü kaldırılan, hem de yeni hükümlerin bulunduğu bir kitap oluyordu.

Böyle düşüncelerle kafa yorarken reenkarnasyon ile ilgili bazı kitaplarda okuyordum. Çünkü bir çıkmazın içerisine girmiştim. Fakat aradığımı reenkarnasyonda da bulamadım. Reenkarnasyon yani yeniden bedenlenme veya yeniden dünyaya gelme konusu bana önceleri ilginç gelmiş fakat sonradan saçma bir düşünce gibi gelmişti. Çünkü doğuş bir olduğu gibi yargılanışda bir idi. Bir insan hangi bedeninde işlediği günahlardan ve yaptığı iyi işlerden dolayı yargılanacaktı?

Bu arada gazeteden sürekli beni arıyorlardı. Ama onlara cevap vermiyordum. Çünkü yazılacak haberden önce benim ruhsal durumum daha önemliydi. Telefonlara cevap vermiyor, eğer birisine yakalanırsam geçiştirici cevaplar veriyordum.

Peki tüm bu ayetlere rağmen Kuran İsa peygamber için ne diyordu? İsa gerçekten ölmüş veya çarmıha gerilmiş miydi? Kuran bu konuya nasıl bakıyor diye düşünerek eve dönerek yeniden kitaplarımın arasına daldım.

Kuranda, İsa'ın çarmıhta ölmesi ile ilgili olarak:

"Eğer İsa peygamber ölmeden göğe yükseldi ise gökte zekatı kime veriyordu? Orada fakir müslümanlar vardı da, İsa Peygamber zekatını onlara mı veriyordu?.. Yok eğer hala yeryüzünde ve yaşıyorsa nerede ve zekatı kime veriyor?" diye düşünmeye başladım. Ama O'nun yeryüzünde olmadığına, zekat da vermediğini kabul edersem gerçekten ölmüş olduğuna inanmam gerekiyordu.

Artık çıldırmak noktasına gelmiştim. Araştırdıkca yeni şeyler buluyor, elimdeki kitaplardan bir sonuç alamıyordum. Tek çarenin babamla konuşmak olduğunu düşündüm. O bana daha da fazla yardımcı olabilirdi. Ne de olsa kendi konusuydu. Günümüz İslam tefsircileri kadar bilgiliydi ve bana yardımcı olabilirdi. Hemen telefona sarıldım. Telefon karşı tarafta çalmaya başlayınca gözüm saatime gitti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Derken babam telefonun diğer ucunda uykulu uykulu cevap veriyordu. Kendisine yarın veya sonraki gün önemli bir konuda konuşman gerektiğini söyledim. Nedir bu kadar önemli olan diye sorarak, sinirli sinirli kabul etti.

Sabah telefonun ısrarla çalması üzerine uyandım. Telefonu açtığımda Yazı İşleri Müdürü ahizenin diğer ucunda sinirden köpürüyordu. Bir final haberini yarın için yazmamı istiyordu. Evde kahvaltımı ettikten sonra yeniden kiliseye ve bazı kişileri görmek amacı ile hazırlanarak dışarı çıktım.

Öncelikle Kapalıçarşı'daki tanıdığım işyeri sahiplerine uğrayıp biraz sohbet ettikten sonra kiliseye gittim. Rahip her zamanki gibi sabah duasını bitirmiş dinleniyordu. Beni görünce bugün izinlisin galiba, gel birlikte çay içelim diyerek kilisenin mutfağına davet etti. Çeşitli konulardan konuştuktan sonra ve konuyu son günlerde cereyan eden Ermeni militanlar konusuna getirdim. Onların kiliseler tarafından finanse edildiğini ve Türkiye'den de bu örgüt militanlarının desteklendiği konusundaki duyumları kendisine anlattım. İçimden ben de böyle düşünüyorum dedim.

Rahip; "Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Sen görüyorsun. Kilisenin masraflarını sıkıntı ile karşılıyoruz. Kaldı ki, teröristlere destek vermek bizim işimiz değil. Kilise ile terör örgütü arasında bağlantı kurmak ise son derece yanlış. Tarihte her inançta olduğu gibi bazı art niyetli kişiler Hristiyanlığı da kendi siyasetlerine alet etmiş olabilirler. Belki hala etmek isteyenler de vardır. Ama samimi bir Hristiyan din adamı, din kuruluşu kilise, asla siyasete karışmaz. Hele hele örgütler gibi yıkım amaçlı kurumlara asla. İsa çarmıha gerildiği zaman bile hiç kimseye kötü bir şey söylemedi. Tersine İsa şöyle diyor: "Sağ yanağına bir tokat vurana sen sol yanağını da çevir." Biz onu izleyen insanlar nasıl olurda, böyle kötü ve insanlık zararına olan eylemleri destekleye biliriz? Bunların hepsi yalandan ibaret."

Rahip böyle konuşurken anlattıklarına inanmak istiyordum. Fakat bana anlatılanlar oldukça farklı idi. Rahiple biraz daha konuştuktan sonra yanından ayrıldım. Gazeteye son bir yazı daha hazırlayıp bu konuyu bitirmeliydim.

Nasıl yapsam diye düşünerek eve geldim. Yemek için bir şeyler hazırladım ve yemeye başladım. Yemeğimi bitirinceye kadar kafamdaki düşünceleri toplamaya çalıştım. Odama geçip masama oturarak bir şeyler karalamaya başladım. Sonunda şimdiye kadar gördüklerimi, konuştuklarımı kaleme almaya başladım. Fakat yazımda Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaya çalışıldığına benzer düşüncelerime yer veriyordum. Bu insanlar cezalandırılmalı idi. Çünkü sapmışlardı. Bu düşünceye kendimi inandırarak yazıma devam ediyordum ki, yüreğimde haksızlık ettiğimi düşünmeye başladım. Bugünü kadar yaptığım araştırmalarda bu insanların sapmış olduklarına dair hiç bir şey görmemiştim. Aksine o güne kadar inandığım kitap Kuran bile bu insanları tam olarak bir yere koyamıyordu. Hem kitapları değişmişti, hem değişmemişti. Sapmışlardı hem de sapmamışlardı. Nedenini bilemediğim sebebten ötürü vicdan azabı çekiyordum. Beynim çok yorulmuştu. Yatağa giderek uyumaya çalıştım.

Uyandığım zaman nerede ise ikindi olmak üzere idi. Halen içimde büyük bir korku vardı. Düşünüyordum, ben ne yapmıştım ve ne yapıyordum? Son günlerde yanlış olan ne yapmıştım diye düşünmeye başladım. Birşeyler yersem daha sağlıklı düşünebilirim dedim kendi kendime. Karnımı doyururken sürekli düşünüyordum. Sonunda bulmuştum. Ben kiliseler hakkındaki yazıyı yazarken sesi duymuştum. Dedikodular ve yargılarımla bu yazıyı yazıyordum. Fakat yargılama benim değil İslam dünyasının yargısı idi. Akşam olmak üzere idi. Hazırlanarak babamın yanına gitmek için evden ayrıldım.

Yolda babamı düşünüyordum. İyi bir Kuran eğitimi almış ve bu konuda uzun araştırmalarda bulunmuş sonunda bir çıkmazın içine düşmüştü. Önceleri sürekli Kuran okuyan ve namazını kaçırmayan babam bu araştırmalarından sonra neredeyse ateist birisi olmuştu. Kendisi, bazı çelişkilerin içerisine düştüğünü, sorularını mantıklı olarak çözümleyemediğini söylüyordu. Akşama doğru eve dönerek notlarımı yanıma aldım ve babamın evine gitmek üzere yola koyuldum. Babamın evine gittiğim zaman annem ve babam neden bir süredir aramadığımı, geceyarısı neden konuşmak için telefonla aradığımı neler olduğunu sorup durmaya başladılar. Sorularını cevaplamaya çalışırken biraz ordan burdan sohbet ettikten sonra babama kendisi ile özel olarak konuşmak istediğimi söyledim. Diğer odaya geçtikten sonra babama son aylarda araştırdığım konuları ve içine düştüğüm çıkmazı aktardım. "Peki benden ne istiyorsun" dedi. Ona kendisinin bu konuları bana açıklamasının daha iyi olacağını söyledim. Herşeyi anlattıktan sonra İsa'nın gerçekten çarmıha gerilip gerilmediği ve hristiyanların Baba, Oğul ve Kutsal Ruh tanımlamaları konusunda düşüncelerini sordum.

Babam, "İyi güzel de İslam ne diyor: 'Tartışmayınız, imanda şüpheye düşersiniz'. Bu konuları araştırırken ister istemez birileri ile tartışacaksın. Ama senin bu konular üzerinde fazla durmanı istemiyorum. Sonunda benim gibi olup çıkarsın." dedi.

Babama yalvardım. Çünkü bu konuyu bana en doğru bir şekilde kendisinin anlatabileceğini söyledim. Uzun ısrarlarım sonucunda kabul etti.

Babam, "Evet, Tevrat ve İncil'le ilgili Kuran'daki ayetler doğru. Bazı ayetlere baktığımızda Tevrat ve İncil tahrif edilmemiştir ve Kuran onların hükmünü ortadan kaldırmamıştır. Fakat Tevrat'ın tahrip edildiğine ilişkin Kuran ayetleri de var. Bazı yahudilerin kitaplarındaki okumaları değiştirdikleri söyleniyor. Ama bazı İslam alimleri bu konuda farklı düşünüyor.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh konusunda Kuran gerçek iman edenlerin Allah'a şirk koşmadıklarını söylüyor.

Bu ayette hristiyanların tek Allah'a inandıklarını gösteriyor. Hristiyanlar tek Allah'a inanıyor ve ellerindeki Kitabı okuyor, ibadet ederken yere kapanıyorlardı.

Kuranda Hristiyan inancında olduğu gibi tek Allah'ın üç kişilikte ifade edilmesine ilişkin olarak sana açıkça bir ayet gösteremem ancak gösterebileceğim ayetlerden biri;

Bu ayette Allah'ın Özü, Sözü ve Ruh'u olduğunu anlıyoruz. Şimdi sen bana sormadan ben açıklayayım. İsa peygamberin Allah'ın Sözü olduğuna ilişkin olarak: "..Yalnız Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir." (Nisa 171)

Ruhu'l-Kudüs'ün tam Türkçe karşılığı Kutsal Ruh'tur.

Şimdi bu ayetlerden sonra bana İsa'nın çarmıha gerilmesiyle ilgili sorular soracaksın. Fakat şunu hemen sana söyleyeyim ki, bu konulara fazla girme sonunda benim gibi olursun. Ama bunca ısrarından sonra onuda sana açıklayacağım.

Kuran İsa'nın çarmıhta öldürülmediğini tam tersine göğe alındığı söylersede sana şu ayetleri vereyim:

Burada açık olmasa İsa peygamberin gerçekten öldüğüne ilişkin ayetler bulabiliriz. Örneğin, "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim" (Al-i İmran 55)

Ancak İsa(A.s)'ın göğe alınışı ile ilgili tefsircilerin farklı yorumları var. Ama Razi isimli İslam alimi "vefat ettiren" olarak çevrilen "tawaffaytani" kelimesini "yükseltmek" olarak çeviriyor. Aynı fiili "uyutmak" olarak belirtiyor. Razi ve diğer tefsirciler doğru söylüyorsa, İsa peygamber bu gidişle asla ölmeyecekti. Kuran ise:

Tefsirciler bu ayette fikir ayrılığına düştüler ve iki guruba ayrıldılar. İlk guruptakiler: "Seni öldürecek olanım"ın anlamı yaşantını bitirerek 'seni vefat ettireceğim, yani onların seni öldürmesine izin vermeyeceğim. Göğe, yanıma yükselterek meleklerimle beraber katıma yaklaştıracak, seni öldürmemeleri için koruyacağım' olduğunu savunuyorlar.

Diğer görüş ise, "Seni vefat ettirecek olan benim" yani öldürecek olan benim demektir. İbnu Abbas, İbnu İshak ve Ham b. İshak'tan rivayet edildiğine göre diyorlarki Mesih'i düşmanı olan Yahudiler öldüremeyeceklerdir. Allah onu göğe yükselterek onurlandırmıştır. Bu görüşe sahip çıkanlarda sonunda anlaşmazlığa düşüp üçe ayrıldılar:

  1. Muhammed b. İshak: Yedi saatliğine İsa peygamber vefat etti. Sonra Allah O'nu diriltip yükseltti.
  2. Vehb: İsa üç saatliğine vefat edip sonra göğe yükseltildi.
  3. Rabi b. Enes: Allah O'nu öldürüp yükseltti.

İşte oğlum, bazı İslam Alimleri diğer konuda ve az da olsa bu konuda da çelişkiye düştüler. Benim baba olarak sana söyleyeceklerim bu kadar."

Babamın anlattıkları bana yetmişti. Ama kendimi bir türlü tatmin edemiyordum.Bu arada annemde gelmişti, biraz daha konuştuktan sonra ayrıldım. Kendi evime dönünceye ve şimdiye kadar öğrendiklerim beynimde uğuldayıp duruyordu. Eve giderek, doğruca çalışma odama çekildim.

Masama oturur oturmaz içimdeki korkuyla dua etmeye başladım: "Allah'ım senin varlığına ve birliğine inanıyorum. Son günlerde içinde bulunduğum bu durumu lütfen sen bana açıkla. İnsanlar bana açıkladıkları zaman kendi düşüncelerinide açıklıyorlar. Bana herşeyin en doğrusunu ve dahası Kendini bana sen açıklayabilirsin. Sana yalvarıyorum. Bana gereçeği sen göster."

Duamı bitirdikten sonra diğer kitaplara bakma ihtiyacı duydum. Kuran üzerindeki araştırmam tamamdı ancak bu konularda Tevrat ve İncil ne diyordu. Onlara da son bir kez bakmak istedim. Kafamın içi sorularla doluydu. Bir gazeteci olarak çözülemeyecek sır olmadığını biliyordum. Aylar boyunca İstanbul'un değişik kiliselerini ziyaret etmiş, kilisedeki Neo-Katekümen toplantılarına katılmış, pek çok rahip ve İsa imanlısı kişilerle konuşmuş, ve Kutsal Kitap ve hristiyanlıkla ilgili kitapları durmak bilmeksizin okumuştum. Şimdi oturup bu aylar boyunca duyduğum ve çalıştığım şeylerin anlamını bulma zamanı gelmisti. Bu kitapların sağlam olduğuna dair Tevrat ve İncil'de:

İsa'nın çarmıha gerilmesi konusu Tevrat ve İncil'in ana konusuydu. Benim en çok hoşuma giden ayet,

Ertesi günün cumartesi yani toplantı günü olduğunu hatırladım. Uyumam gerekiyordu. Çünkü kaç gündür bu düşüncelerle uyuyamıyordum. Fakat ne olursa olsun bu gece bu konuyu çözeceğim diye kendime söz verdim. Kuran ve Tevrat'la, İncil arasındaki çatışmayı hemen hemen anlamıştım. Fakat bir şey olmalıydı ki insanlığı kesin olarak sonuca götürsün. Bu kadar araştırma benim için yeterli değildi. Şimdi benim için en büyük sorun kurtuluşun hangisinde olduğunu açıkça öğrenmekti. Her iki peygamberi de düşünmeye başladım. Hem Hz. Muhammed'i(sav) hem de İsa (as) peygamberi. İkiside bir yol sunuyordu. Ama hangi yol gerçek sonuca ulaştırıyordu. Bu konu üzerinde Kuran'ı yeniden karıştırmaya başladım.

Yine başka bir ayette Hz. Muhammed (sav) için;

Bu ayetten beni şok etmişti. Çünkü Hz. Muhammed'in günahsız olduğunu biliyordum. Ayette yalnız günahkar olan ben değildim Hz. Muhammed'inde günahlarından dolayı tövbe etmesi gerekiyordu. Yani ne yaparsam yapayım cehenneme uğramak zorundaydım.

İsa peygamberin günahsız olduğunu bu ayetler gösteriyordu. Ya benim için ne diyordu?:

Sonuç olarak ortaya çıkan gerçek demek ki, ben de günahkardım. Allah ilk insanı yaratmış ve onu kendi cennetine koymuştu. Bu insanın tek yapacağı şey ise yaradanına ibadet etmekti. Ama Rabbinin isteğini çiğneyerek kendisine yasak olan ağacın meyvesinden yedi. Allah onunla arasında yaptığı anlaşmayı bozdu. Çünkü insanın isyanı soyunun isyanı idi. İlk denenme anında günaha düşmüştü. Ve Allah ilk insanlar olan Adem ve Havva'yı günaha düşmelerinden dolayı cennetinden dünyaya kovmuştu. Yeryüzünde insan soyunun artması ile birlikte onlardaki günah da çoğalmıştı. Ama Allah bu günahtan kurtuluş vaadinide vermişti. İnsan günahının ücreti ölüm idi.

İsa Mesih insanoğlunun günahını ortadan kaldırmak için Tanrı'nın sağladığı tek kurtuluş yolu idi. İbrahim peygamber Allah'a olan sevgisi ve sözünden dolayı oğlunu kurban ediyordu. Allah bütün insan soyunu günah yükünden kurtarmak için önceden söylediği gibi İsa Mesih'i biricik Oğlu'nu bizim kurtuluşumuz için çarmıhta öldürmüştü.

Bu ayetlerden sonra tek kurtuluşumun İsa Mesih'te olduğunu görmüştüm. Ve O'nu iman yoluyla kabul etmem gerekiyordu.

O zaman tek yapmam gereken şey O'nu çağırıp, iman etmemdi. Çünkü İsa şöyle diyordu:

Yere secde ettim ve dua etmeye başladım: "Allah'ım ne olur bu günahkar kulunu bağışla. Seni Kurtarıcı ve Rab olarak kabul ediyorum..." Duamı bitirdiğim zaman birden rahatladığımı hissettim. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Gerçek Allah'ımı bulmuştum ve yüreğim sevinçle çoşuyordu.

Artık kesin olarak kararımı vermiş ve İsa'ya iman etmiştim. Bazı insanlar benim bu kararımı öğrendikleri zaman benim sapmışlığımdan söz edeceklerdi. O halde piyasada satılan Kuran meallerinden hangisi doğru idi? Eğer yanlış mealler var ise neden birisi çıkıpta buna müdahele etmiyordu.

Uyumam gerekiyor diye düşündüm. Çünkü yarın toplantıya gidecektim. Yatak odasına çekilip yatağa uzandım. Fakat içimdeki sevinçten uyuyamıyordum. Aylardır üzerimdeki yorgunluk gitmiş yerine büyük bir esenlik ve huzur gelmişti. Yatakta böyle düşünerek uyuya kalmışım.

Öğleye doğru uyanmıştım. Duş alıp bir şeyler yedikten sonra toplantının yapıldığı yere gitmek için hazırlanmaya başladım. Bugün benim için bayram günü idi. Takım elbisemi giydim. Kendime iyi bir çeki düzen verdikten sonra kiliseye doğru yola koyuldum. Çünkü toplantı saati yaklaşmıştı. Kiliseye ilk kez takım elbise ve kıravatla gidiyordum. Beni böyle görenler şaşırmıştı. Hayrola bir yerden mi geliyorsun diyorlardı. Onlara hiç bir şey söylemedim. Fakat bende bir değişiklik olduğunu görüyorlardı.

Toplantı başladı ve rahip kürsüde konuşuyordu. Tam konuşması bitmişti ki elimi kaldırdım ve bir şeyler anlatmak istediğimi söyledim. Rahip peki dedi ve beni kürsüye çağırdı.

Kürsüdeyim!

Bu benim ilk kez kürsüye gelişim değildi. Çünkü bu kürseden çok defa Kutsal Kitap'tan bir şeyler paylaşmıştım. Bir kaç saniye toplantıdakilere şöyle bir baktım. Onlar benim konuşmamı bekliyorlardı. Ama ne konuşacağımı bilmiyorlardı.

Konuşmaya utanıyordum. Bu insanlar ile ilgili olarak yalan yanlış yargılarda bulunmuştum. Fakat konuşup her şeyi onlara anlatmalıydım. Benim yüzümden sıkıntı çekip üzülmüşlerdi. Ben kürsüde insanları seyredip düşünürken rahip hadi senin konuşmanı bekliyoruz diye beni ikaz etti.

Herşeyi anlatmaya başladım: "Ben sandığınız gibi pazarlamacılık yapan ve Ermeni bir ailenin hristiyan çocuğu değilim. Ben gazeteciyim. Aranıza yasadışı Ermeni Örgütü Asala'yı araştırmak için geldim.

Evet araştırmam sırasında yazdığım yazılardan dolayı hepiniz sıkıntı çektiniz. Aylardır sizin bana ve çevrenize karşı olan tutumunuzdan çok etkilendim. Küçüklüğümden beri benim içinde bulunduğum toplumdan Hristiyanlar için duyduklarımın tamamıyle yanlış olduğunu anladım. Uzun bir süre Kuran'ı ve Kutsal Kitap'ı karşılaştırdım. Düşünceleriminde ne kadar haksız olduğumu gördüm. Araştırmalarım sırasında gerçek Kurtarıcı'mı Rabbimi buldum. İsa'yı Kurtarıcım ve Rabbim olarak yaşantıma aldım, çok mutluyum. Size karşı olan tutumumdan dolayı özür dilemek istiyorum. Ancak bu olay olmasaydı. Ben gerçek Kurtarıcımı ve kurtuluşu bulamayacaktım" dedim.

Bunu söylememle birlikte kürsünün altına çökmem bir oldu. Çünkü onların bana saldırıp dayak atmalarını bekliyordum. Kürsünün kenarından bana doğru geldiklerini farkedince iyice büzüldüm. Geldiler beni kollarımdan tutarak kaldırıp öpüp sarılmaya başladılar. Bana, "sen bizim kardeşimizsin. Sana asla kızamayız. Hamd Olsun ki, Rab sana Kendi Sözü'nü kendisi açıkladı. Aramıza yeniden hoşgeldin. Kaybolmuştun bulundun."

Konuşmamdan sonra toplantıdaki herkes beni kutlamıştı. İsa'yı kabul ettikten sonra yaşantım tamamıyle değişmişti. Yüreğimde olağanüstü bir değişiklik olmuştu. Davranışlarım, düşüncelerim ve konuşmalarım temelinden değişti. İman etmemden sonra ailem ve yakın çevremdeki arkadaşlarım her yönüyle değişmiş farklı biri gibi görüyorlardı.

İsa Mesih'e iman etmemden sonra her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünüyordum. Ama hala insandım ve bu dünyada yaşıyordum. İsa, gerek yaşantısıyla ve gerekse çarmıhta ölüp, üçüncü gün dirilişiyle Şeytan'ı yenmişti. Fakat Şeytan beni günaha düşürmek için sürekli saldırıyor. İsa'ya iman etmemi çevreme açıklamaya başladığım zaman, yalnız kaldım. Çevremdekiler benim İsa'ya iman etmemi onaylamadılar. Onlara açıklamaya çalıştım. Fakat nafile. Çünkü İsa Mesih İncil'de şöyle diyordu:

İsa'nın İncil'de söylediği herşey yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Arkadaşlarım eskisi gibi eğlencelere gitmeyince benden kopmaya başlamışlardı.

İsa beni tüm günahlarımdan, çarmıhtaki akıttığı kanıyla arındırdı. Günaha düşmemeye özen gösteriyordum. Böyle olunca da çevremden kopmuştum. İsa İncil'de yine:

Gerçekten bu yolu bulanlar azdı. Şimdi ben de bu azınlığın içerisine girmiştim.

Biliyorum herkese göre gerçek farklıdır. Dünyada yüzlerce gerçeklik iddiaları söz konusu.

Ama esas gerçek olan gerçeğin bu çok gerçeklilik içinde tek olması.

Buna göre insanı Tanrı'yla barıştıran tek gerçek, tek yol ve tek yaşam İsa Mesih'dir. Tanrı Sözü kendi yarattığı insanı kendisi kurtarma sorumluluğunda dünyamıza gelmiş haç üzerinde ölmüş ve dirilişiyle bize yeni yaşam vermiştir.

Duam o ki, Rabbim ve Kurtarıcım İsa Mesih, tüm insanlara kurtarışını tatdırsın. Herkes benim gibi gerçeği bulabilsin.


Diğer tanıklıklar
Türkçe sayfa

Answering Islam Home Page