Ekümenik Kutsal Kitap Hakkında Gerçekler
Farz edelim ki komşunuz oturmaya gelir. Kitaplığınızı pek merak eden komşu, “Bu alt raftaki kitaplar nedir?” diye sorar. “Benim için çok önemli değil, onlar... pek okumam” dersiniz. Anında canlanan komşu, “Demek bizden gizlemeye çalışıyorsun, bu ‘sözde önemsiz’ kitaplarını ha!” diye bağırır. Dahası, komşu kitapların kapaklarına “gizli” damgası vurarak basın toplantısı düzenler ve “gizlenen” kitaplarınızı dünyaya “teşhir” etmeye koyulur. Tepkiniz ne olur? “Ekümenik Kutsal Kitap” veya Teşhir Meraklısı KomşuChuck Faroe Farz edelim ki komşunuz oturmaya gelir. Kitaplığınızı pek merak eden komşu, “Bu alt raftaki kitaplar nedir?” diye sorar. “Benim için çok önemli değil, onlar... pek okumam” dersiniz. Anında canlanan komşu, “Demek bizden gizlemeye çalışıyorsun, bu ‘sözde önemsiz’ kitaplarını ha!” diye bağırır. Dahası, komşu kitapların kapaklarına “gizli” damgası vurarak basın toplantısı düzenler ve “gizlenen” kitaplarınızı dünyaya “teşhir” etmeye koyulur. Tepkiniz ne olur?Açıktır ki, bu durumun belirleyici unsuru kitapların gizliliği değil, komşunun “teşhir merakı”dır. “Gizlenen kitaplar gün yüzüne çıktı” diye bağıran manşet (Yeni Şafak, 2 Haziran 2007) aynen böyle bir durum yansıtmaktadır. Hakkı Bayraktar ve Kadir Akın, Ekümenik Kutsal Kitap adıyla yayımladıkları esere “Apokrif” olarak bilinen kitapları dahil ederek Hıristiyanlarca “Kutsal Kitap’tan dışlanan, – adeta – gizlenen ve ismi zikredilmeyen bu kitaplar”ı gün ışığına çıkarma görevine soyunmuşlardır. Anlaşılan, bu Müslüman polemikçi komşular Hıristiyanların kitaplığındaki “sırları” teşhir etme hevesine kapılmışlardır.Oysa “Apokrif”in sır sayılan tarafı yoktur. Katolik ve Ortodoks Hıristiyanların bu kitapları okur, Tevrat (Eski Antlaşma) ile İncil (Yeni Antlaşma) arasına koyarak tek ciltte yayımlarlar. Protestanlarsa bu kitapları pek okumaz ve yayımladıkları Kutsal Kitap baskılarına dahil etmezler. (İlgi duyanlar için Apokrif’in öyküsü biraz aşağıda özetlenmektedir.) Kitabı Mukaddes Şirketi (Protestan olmayanlara hizmet etmek amacıyla, sanırım), Kutsal Kitap ve Deuterokanonik Kitaplar adıyla Tevrat, Apokrif ve İncil’i tek ciltte yayımlamıştır. Ayrıca, Türkçe Apokrif’i internet aracılığıyla okumak isteyenler bunu herhangi anda şu sitede yapabilirlerç O zaman Akın ve Bayraktar’ın katkısı nedir? Özetle, Tevrat, Apokrif ve İncil’in Osmanlıca çevirilerini eski harften çevirerek sadeleştirmişlerdir. Bu yorucu girişim neden yararlıymış? Yazarların tanıtım metnine bakılırsa, bu eserin iki ana işlevi olur. İlk olarak, Ekümenik Kutsal Kitap Yahudi ve Hıristiyan yayılmacılığını teşhir işine yarar: “Dip notlarıyle birlikte aynen Osmanlıca'sına uygun olarak aktarılan bu eser...kurulmak istenen yeni dünya düzenine dinlerin (özellikle Hristiyanlık ve Yahudiliğin) etkisinin ne olabileceğine, dinin siyaseti (siyasetin de dini) nasıl etkileyebileceğinin anlaşılmasına da önemli katkı sağlayacaktır.” Osmanlıca Kutsal Kitap’ın bu amacı hangi açıdan desteklediği meçhuldür. Yazarların eklediği dipnotlarınsa bu amacı güdeceği kuşkusuzdur. Ah teşhir meraklısı komşum, ah!Eserin ikinci ana işlevi, Kutsal Kitap’ın “versiyonlarını karşılaştırmak ve muhtelif baskıları arasındaki farklılıkları tesbit etmek” çalışmalarına yardımcı olmaktır. Sözgelimi Akın ve Bayraktar, 1666 yılında tamamlanan Ali bey Kutsal Kitap çevirisinde Aprokrif bulunduğu halde, sonra çıkan Osmanlıca ve Türkçe Kutsal Kitap çevirilerinde bulunmadığını tespit ederek bu durumu garipsemektedirler. Teşhir meraklısı komşumun garipsediğini garipsedim doğrusu! Apokrif’in öyküsüne, özet bir şekilde, bakalım. İ.Ö. 3. yüzyılda Yahudilerin İbranice kutsal yazıları Grekçe’ye çevrilmiştir. “Septuaginta” olarak bilinen bu çeviride Helenistik ve Roma döneminde Yahudilerce yazılan bazı kitaplar da bulunmuştur. Apokrif bu “ek” kitaplardır. Septuaginta İsa’nın öğrencileri ve ilk dönem kilise tarafından yaygınca kullanıldığı için, Apokrif’i oluşturan kitaplar da hem okunmakta hem de Hıristiyanların (Septuaginta’dan yapılan) ilk Latince Tevrat (Eski Antlaşma) çevirilerinde yer almaktaydı. Bununla birlikte, Yahudiler Apokrif’i “kanonik” (sahih vahiy kitapları) olarak kabul etmemişlerdir. Aynı şekilde, İ.S. 4. yüzyılda (Katolik Kilise’de resmi olarak kullanılan) Kutsal Yazıların “Vulgata” Latince çevirisini yapan Jerom, Apokrif kitaplarını “kanonik değil, doktrin geliştirmek için geçersiz ama ahlaki açıdan yararlı ve ibadet sırasında okunmaya uygun” şeklinde değerlendirmiştir. Reformcu Martin Luther Jerom’un yaptığı bu ayırımı onayladı. 1546 yılında Katoliklerin Protestan Reformasyona karşı yaptıkları Trent Konseyi’ndeyse Apokrif “kanonik” olarak kabul edilmiştir. Böylece Katoliklerin okuduğu Kutsal Kitap’ta Apokrif bulunur, Protestanların kullandığı Kutsal Kitap’taysa bulunmaz. Ali beyin çevirdiği metin Katoliklerin Apokrif’i içeren Kutsal Kitap versiyonu olmuştur. Sonra çıkan Osmanlıca ve Türkçe Kutsal Kitap baskılarıysa, Protestanlar tarafından hazırlanarak Apokrif’i içermemiştir. Belki merak eksikliğim var ama bu durumu tamamıyla “na-garip” buluyorum. Garip buluduğum bir nokta var ama: Akın ve Bayraktar diğer Türkçe Apokrif çevirilerini “Osmanlıca aslına uygun olmayan başka bir Yunanca çeviridendi” diyerek eleştirmektedirler. Apokrif’in en eski mevcut metinleri zaten Yunanca’dır (Grekçe’dir). Ali bey, muhtemelen, Apokrif’i Latince Vulgata’dan Osmanlıca’ya çevirmiştir. Bu durumda – yani, bir metin Grekçe’den Latince’ye, ondan sonra da Latince’den Osmanlıca’ya çevrilmişken – Osmanlıca Apokrif’e “asıl” demek garip mi garip! “Akademik” bir çalışmaya pek yakışmaz bu.Akın ve Bayraktar ayrıca şu tespitte bulunurlar: “Günümüz Türkçesine kazandırdığımız bu ‘Kutsal Kitap / Eski Ahit ve Yeni Ahit’ ile Kitab-ı Mukaddes Şirketi'nin farklı zamanlarda yayınladığı çeviriler arasındaki bazı değişiklikler/farklılıklar, kitaptaki dip notlarda belirtilmiştir. (Mesela; bugünkü Hıristiyanlığın temel inancını yansıtan I. Yuh.5/7'deki: ‘Gökte tanıklık yapanlar üçtür: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ve bu üçü birdir.’ cümlesini/âyetini, bahsi geçen Türkçe çevirilerde bulamıyoruz. Oysa bizim Türkçeye kazandırdığımız bu çeviriyle birlikte, Martin Luther ve dünyaca ünlü King James çevirilerinde de bu ‘ayet’ mevcuttur”) Bu gözlem, yazarların amacının anlamaktan çok, suçlamak veya kuşkulandırmak olduğunu düşündürür. Çağdaş İncil baskılarında (ister Türkçe, ister başka dillerde olsun) sözünü ettikleri cümlenin bulunmaması yaygınca bilinen bir durumdur. (Sözgelimi, İngilizce Vikipedi’de bu konuyu ayrıca işleyen bir makale bulunmaktadır.Hıristiyanların okuduğu İncil bir “edisyon kritik”tir. Başka bir deyişle, binlerce İncil yazmalarındaki (normalde çok küçük) ayrılıklar bilimsel bir özenle değerlendirilerek Grekçe aslına en uygun metin ortaya konulur. Akın ve Bayraktar’ın ima ettikleri gibi, çıkarılan cümle Hıristiyanların savunduğu üçlü birlik (teslis) doktrinini kanıtlar niteliktedir. O zaman neden çıkarılmıştır? Çünkü bu cümle, İ.S. 16. yüzyıldan önce yazılan Grekçe bir İncil yazmasında bulunmamakta olup, asıl metnin bir parçası değildir. Bu cümle, İncil’in eski Latince bir çevirisinin kenarına yazılan “haşiye”yken başka kopyalarında metne karışmıştır. Önemli inancı destekleyen bu cümleyi sahih olmadığı için çıkarmak, suçlanacak bir davranış olmaktansa, düşünsel dürüstlüktür.Sonuç olarak, Akın ve Bayraktar’ın “Osmanlıca aslına uygun” Kutsal Kitap metninin neden önemli olduğunu kavrayamadığımı itiraf etmek zorundayım. Aynı zamanda, bu yazarlar gibi, ben de Osmanlıca’ya büyük ilgi duyarım. Ali bey’in Osmanlıca Kutsal Kitap çevirisinin suretinin benim elimin altında da bulunduğuna büyük memnuniyet duyarım. Bu yazıyı noktalarken Ali bey çevirisinden bir kaç ayeti çağdaş Türkçe’siyle karşılaştırmak isterim:
İbraniler 1:1-3 | |
Ali bey çevirisi (1666) | Çağdaş Türkçe (2001) |
Bundan akdam Allâh ta’âla ecdâdımuza niçe de’fa ve niçe vech üzre peygamberler ile söylemişdür ve bu soŋ eyyâmda bize şol kendünüŋ oglı ile söyledi ki anı her şeye vâris eyledi hem anuŋ ile ‘âlemleri yaratmışdur. Ol ki celâlıŋ ziyâsı ve uknûmuŋ sûreti ve ol kavî kelâm ile cümle şeyleri götürmüş kendü vücudı ile günâhlarımıza kefâret itmiş ol ‘azamet kürsisiniŋ sagında ‘arş-ı â’lâda oturmışdur. | “Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu'yla bize seslenmiştir. Oğul, Tanrı yüceliğinin parıltısı, O'nun varlığının öz görünümüdür. Güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir. Günahlardan arınmayı sağladıktan sonra, yücelerde ulu Tanrı'nın sağında oturdu.” |
Yaklaşık dört buçuk yüzyılda Türkçesi iyice değişmesine rağmen, bu ayetlerin içeriği hiç değişmedi. İsa Mesih, peygamberin çok ötesinde, Tanrı’nın Oğlu, Yaratan ve Kurtarıcıdır! Yaratan biz çaresiz yaratıklarını günahlarımızdan arındırmak için çarmıha gerilmeye razı oldu. Ne kadar şaşılacak bir sevgidir bu! Kutsal Kitap’ın bütün “versiyonları ve muhtelif baskıları”nda bu muhteşem haber hiç değişmedi, değişmez de.